Herkesin
anlatacak bir öyküsü vardır/ Aziz Pinasi ile nostaljik bir gezintiye ne
dersiniz?-1
Şalom Gazetesi
Şişhane Meydanı’ndan Kule’ye doğru yürüyorum. Hemen karşıda sağda – hâlâ
heybetini kaybetmemiş olan Frej Apartmanı. Burada, sevgili Anri Duenyas da
dahil pek çok arkadaşım otururdu. Bina şimdilerde Sarkuysan Şirketine ait bir
işyeri. Sol köşede “petit champ” (pötişan) olarak bildiğimiz çorak bir arazi
vardı, orada oyun oynardık. En hareketli günleri Cumhuriyet, Şeker ve Kurban
Bayramlarıydı. Meydana kurulan ufak atlıkarıncaya biner, sallanan kayıklarda
sallanır ve tepeye bağlı kalın bir kablodan askılarla meydana iniş yapardık. Ne
heyecan, ne heyecan… Tahta çubuklara sarılı rengârenk macunları iştahla yalar,
yuvarlak, uzun cam şişelerden renkli şerbet içerdik. Şimdilerde bu alanın bir
yanı otopark çıkışı, üstü de Türk Hava Yolları (belki de başka bir ticarethane)
oldu. Sahanın etrafındaki alçak duvara oturur, Cumhuriyet Bayramı’nda askeri
geçidi, akşamları ise maaile Taksim Meydanı’ndaki renkli suların akışını
izlerdik.
Büyük Hendek Caddesi’ne doğru devam edelim. Sağda eski sinagoglardan
Appollon vardı (artık burası pasajlı bir iş yeri). Karşısında, esmer, uzun
boylu, kibar Yomtov’un Şarküteri Dükkânı bulunurdu. Ürünleri çok kaliteliydi.
Sonraları İsrail’e göç etti. Yolun devamında sağda, Neve Şalom Sinagogu… Neve
Şalom’un tam karşısındaki binanın ikinci katında kocaman bir “Magen David”
vardı, hatırlar mısınız? Artık görünmüyor.
Dörtyol ağzının girişinde, sağdaki yokuşun başında nefis lakerda ve
kurutulmuş balık satan kısa boylu bir lakerdacı vardı. En aşağıda ise günümüzde
halen faaliyet gösteren “Kal de los Frankos”, yani İtalyan Sinagogu. Dörtyolun
solundaki yokuş Tünel’e çıkar. Hemen karşısındaki dar sokak Küçük Hendek
Caddesi’dir. Ben iki yaşında, gözlerimi bu sokaktaki Pasaj Salti’de de açtım.
Girişi hep karanlık ve çoğu zaman mezbelelikti. Avludaki müştemilat ve apartman
son zamanlarda restore edildi, dairelerin çoğu işyerlerine ait. Alt ve üst
kapılar kapalı ve ancak otomatikle açılıyor, girişteki avlu ise hâlâ eski
püskü; oraya el atılmamış.
Kavşaktan kuleye doğru giden Büyük Hendek Caddesi’nin sol tarafında iki
şarapçı dükkanı vardı. Burası öğleden akşama dek “aperatifçilerle” dolardı.
Meydanın sol köşesinde bir apartman dikilir: orta katı çepeçevre balkondur ve
Galata Kule’sini bütün ihtişamıyla görür. O dairede rahmetli ablam ve ailesi
senelerce oturdular. Kulenin sağında direkli bir bina vardı, şimdi Anemon Oteli
oldu. Altında bizim gençlik berberimiz vardı: Hasan ve Hüseyin. Hüseyin
ağırbaşlıydı, çakır gözlü Hasan ise fırlamanın tekiydi. Bizi tıraş ederken:
“Bir dakika camiye kadar gidiyorum,” der, çıkardı. Tuvalete gittiğini sanırdık.
Epeyce sonra ağzı şarap kokarak geri dönerdi. Birkaç kadeh içmeden tıraşımızı
bitirmezdi üstelik yüzümüzü kesik içinde bırakır ve bir de yetmezmiş gibi şapla
yıkardı. Aman ne eziyet!
Kulenin sol köşesinde, aşağı doğru, 1891 tarihli bahçeli bir kahvehane
vardır. Cumartesi sabahları sinagog çıkışı babam ve amcalarım o bahçede volta
atarlardı. Rahmetli büyük amcamın, elini yelek cebine daldırıp bana bahşişimi
vermesini dört gözle beklerdim. O dönem Şabat günü çocuklara para verilirdi. 12
yaşına geldiğimde turistleri Galata Kulesi’ne çıkartıp bahşiş toplamaya
başladım. Merdivenleri karanlık ve korkutucuydu. On-on beş metrede bir, duvardaki
açıklıklardan içeri sızan ışıkla idare ederdik. Şimdi ise, temiz, aydınlık ve
asansörlü. Balkona çıkmadan önceki alanı Cafe-Restoran yaptılar, artık her
akşam eğlence var! Bir defasında yurt dışından gelen misafirlerimizi burada
ağırlamıştık. Boğazdaki Rakı-Balık’a tercih etmişlerdi burayı.
Kulenin giriş kapısının karşısında, kahvehanenin köşesinde Camekan Sokak
vardır. Kışları, Avusturya Saint George Lisesi’ne varabilmek için iki-üç
arkadaş, el ele, güçlükle gidebilirdik, çünkü burada müthiş bir “kurander”
olurdu. Sokağı aşağıya doğru yürürken solda Saint George Hastanesi ve
karşısında da Erkek Orta Okul ve Lisesi halen olduğu gibi durur.
Merdivenlerin sağındaki sokakta Saint George Karma İlkokulu vardır. Ben ilk
önce orada, ardından da 1945’e kadar Orta Okulunda okudum. Savaşın sonunda okul
kapatıldı, çünkü Türkiye Birleşmiş Milletlere girebilmek için, zaten mağlup
olan Nazi Almanya’sına harp ilan etmişti. Kamondo Merdivenleri’ne son yıllarda
bir plaket astılar: “Yapılışı 1870” Kamondo Merdivenleri’nin solundaki sakakta
şimdi bir müzeye ve sanat merkezine dönüştürülmüş olan Schneidertempel, yani
Terziler Sinagogu vardır.
Tekrar Kule Meydanı’na dönelim. Sol taraftaki binanın altında Edirneli
Şekerci Kaneti vardı; rengârenk akide ve Purim şekerleri meşhurdu. Biraz
ileride, sokağın köşesinde bir manav vardı. Oğlu Ali Kıran tipinde biriydi,
hepimiz ondan korkardık. Osmanlı tokadı meşhurdu. Onun hakkından, mahallenin
kabadayısı, uzun boylu, yakışıklı, şapkası devrik Menahem gelirdi ancak! O da
günün birinde ortadan kayboldu, İsrail’e göç ettiğini öğrendik sonradan…
Manavın karşısında bir “akar çeşme” vardı, onu da kapattılar!
Yazıcı Sokak’a geldik. Burası şimdilerde pek ünlendi, binalar ateş pahası.
Sokağın solunda 15/A’da ismi hem Türkçe, hem de İbranice yazan Asseo Han var,
galiba tamamı yabancılar tarafından kiralanmış. Karşısında da meşhur Kamondo
Han. Yeni yeni restore edildi, herhalde burada yaşayanların da çoğu yabancıdır.
30 numarada Café Sorelle ve yanı başında da eski Brod, sonradan Doğan Han olan
müthiş boğaz manzaralı apartman. Okan Bayülgen de burada yaşıyormuş! Az ileride
bir otopark vardır, aşağı doğru indiğinizde Barınyurt’a varırsınız. O sokakta
bir de Tiyatro vardır: Dar Alan Z.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder